Graffiti sanatının tarihi: eskilere dayanan bir sanat olduğunu söyleyebiliriz.. Eski Mısır döneminde, yolculukları sırasında insanlar duvarlara bir takım şekiller, mesajlar ve yazılar bırakarak yolculuklarına devam ederlermiş. Tabii o zamanlar ismi bu olmasa da ilk grafitinin sinyalleriydi bunlar. Mısırlılardan sonra birçok insan geçtiği yerlere imzasını bırakmaya, resmetmeye devam etmiştir. Aslında duvara yazı yazma isteği insanların iz bırakma isteğiyle açığa çıkmıştır..izler ve mesajlar bizi graffiti yapan insanın dünyasının içine çekecekti farkında bile olmadan. Yasam mekanı sadece güzel evlerle neden sınırlı kalacaktı ki? Sokaklar da yasam mekanıdır aslında. Ve sokakları da yaşam alanı olarak gören ülkelerde graffiti sanatı çok daha yaygınlaşmıştır. Ülkemizde ise ara sokaklarda görüldüğünde şaşırtan tek tük graffitinin dışında pek fazla bir şey görmek mümkün değildir. Türkiye yurtdışındaki ülkelere nazaran biraz geride... geri olma sebebi de kullandığımız boyalar bence. Ya da Style/tarz eksikliği olabilir..
Buraya park etmek yasaktır, buraya çöp döken.. veya menekşe sokak gibi yazıları da graffitiden saymamalıyız değil mi? Şüphesiz çok fazla yetenek gerektiren bu sanat dalını sadece yazı olarak da algılamamak lazım. Karakter çizen usta graffiticiler kendi tarzlarını oluşturup o karakterleri adeta konuşturmuşlardır.
Graffitiyi kısaca açıklamak gerekirse duvarlara yapılan resim sanatıdır. Graffiti suç değil o bir sanattır, elindeki sadece bir kutu sprey, sokakların ressamları onlar, yüreğin seslenişinin duvarlara yansıması… Gençlerden bazıları suskundu fakat graffiti yaptıkları anda gözlerindeki pırıltıdan yaptıkları sanata gösterdikleri sevgi ve saygı anlaşılıyordu.
O kadar zor bir sanat ki spreye bir fırça kadar sahip olabilmek, hele yasadışı bir grafiti atılıyorsa duvara, belki boyalarını bile bırakıp hızla koşmaktan başka çaren yoktur. Ama röportaj sırasında anladım ki yasadışı çalışmamaktan yanalar. Tabii yasadışı da olmalıdır (bu cümleyi kullanalım mı?) kesinlikle ama yaptıkları graffitiyi eğer yarım bırakıp gitmişlerse uykusuz geçen bir gecenin belki de ilerleyen saatlerinde dönüp onu tamamlayabilme riskine girerler. Yarım bir graffiti acı verir sanatçısına… Bir de eğer grafitin gasp edilmiş, karalanmışsa o daha kötüdür. Sohbetimiz sırasında graffitisi önünde ağladığını söylerken içim burkuldu ve sanat bunlar, düşünün 2 metrelik bir karakter portre yapmışsınız ve ertesi sabah üstü saçma sapan yazılarla kapatılmış… önünde kıvrılıp ağlayabilir insan.
Bu arada grafiti yapanlara “writer” (yazıcı), graffitiye yeni başlayanlara da “kolpa” deniyormuş.. Bir de yaptığınız grafitinin başka biri tarafından bozulması, karalanmasına da “crosslamak” deyimini kullanıyorlar. Crossla yaklaşanı crosslarsın, olay bundan ibaret. Graffiti yapan gençler sadece kendi dışa vurumları değil, sosyal konuları da ele alıyorlar. Lübnan savaşı, Irak savaşı gibi konuları da ele alıyor, bir sprey de barış için sıkıyorlar… Özellikle yurtdışında trenlerin üzerinde yasadışı yazılar yazanlar da oluyor tabi. Ben özellikle tarihi eserlere yapılmamasından yanayım..
Graffiti, rap, hip hop mükemmel uyum ve kardeşliğiyle büyüyüp gelişirken kendi ticari sektörü, kendine has giyim tarzı, kendi yaşam tarzı ve kendi literatürü vardır. Hatta kendi içinde farklı konuşma stilini ve deyimleri de barındırmaktadır.
Graffiti'nin ortaya çıkışında Graffiti sanatının iki farklı çıkışının olduğu söylenmektedir.
İlk çıkış Amerika’ da görülmüştür.
60'lı yıllara bakıldığında iki ayrı grup tarafından kullanılan bir yöntem olduğu görülmekte. Bazı politik gruplar görüşlerini belirtmek için, sokak çeteleri ise hükmettikleri bölgeleri belirleyip herkese duyurmak için sokak duvarlarına imzalarını bırakmaya başladılar. Coolbread ve Cool Earl adinda iki genç isimlerini duyurmak ve kamuoyunda ilgi çekmek için tüm duvarlarına “nick”lerini yazarak ses getiren iki kişi olmuştur. Yani graffiti sanatı sosyal içerikli mesajlar da taşımaktaydı diyebiliriz.
Graffitinin şehir duvarlarından metrolara, yani underground'a inmesi TAKI-183 takma adıyla tanınan Yunanlı bir gencin oradan oraya haber taşırken sprey boyalarla metroların üzerine adini yazmasıyla başlamıştır. TAKI adı yani nicki (tag) bu gencin adı yerine kullandığı bir kısaltma isimdir, 183 ise yaşadığı caddenin adını ifade ediyormuş. Çoğu metro istasyonunda rastlanan bu ad herkesin ilgisini çekmiş. Benzerleri olan JULIO 204, FRANK 207 ve daha birçoğu metrolara isimlerini ilgi çekecek şekilde yazmaya başlamışlar. Bu isimler çoğaldıkça, rekabet ortamının zorunluluğu olan farklı olarak öne çıkma arayışları da başlamış. En ilgi çekici, en renkli yazı biçimini kullanarak adını yazma uğrası ortaya yepyeni tarzlar çıkarmış. Sanat, kendi gelişimsel sürecini rekabet ortamının da teşviki ile hızla yaşamıştır. Ve böylece “tag” adi verilen graffiti yazarı imzasına semboller, ilgi çekici resimler eklenmeye başlamış. Kimileri sayısal semboller, kimileri marka amblemi gibi şekiller kullanmıştır. Zamanla kullanılan harflerin boyutları büyümüş, harflerin içi desenlerle süslenmeye başlanmış, yaratıcılık sınır tanımamış. Herkes kendi yazım tarzını belirlemiş ve kendine has renkleri kullanmıştır.
Buraya park etmek yasaktır, buraya çöp döken.. veya menekşe sokak gibi yazıları da graffitiden saymamalıyız değil mi? Şüphesiz çok fazla yetenek gerektiren bu sanat dalını sadece yazı olarak da algılamamak lazım. Karakter çizen usta graffiticiler kendi tarzlarını oluşturup o karakterleri adeta konuşturmuşlardır.
Graffitiyi kısaca açıklamak gerekirse duvarlara yapılan resim sanatıdır. Graffiti suç değil o bir sanattır, elindeki sadece bir kutu sprey, sokakların ressamları onlar, yüreğin seslenişinin duvarlara yansıması… Gençlerden bazıları suskundu fakat graffiti yaptıkları anda gözlerindeki pırıltıdan yaptıkları sanata gösterdikleri sevgi ve saygı anlaşılıyordu.
O kadar zor bir sanat ki spreye bir fırça kadar sahip olabilmek, hele yasadışı bir grafiti atılıyorsa duvara, belki boyalarını bile bırakıp hızla koşmaktan başka çaren yoktur. Ama röportaj sırasında anladım ki yasadışı çalışmamaktan yanalar. Tabii yasadışı da olmalıdır (bu cümleyi kullanalım mı?) kesinlikle ama yaptıkları graffitiyi eğer yarım bırakıp gitmişlerse uykusuz geçen bir gecenin belki de ilerleyen saatlerinde dönüp onu tamamlayabilme riskine girerler. Yarım bir graffiti acı verir sanatçısına… Bir de eğer grafitin gasp edilmiş, karalanmışsa o daha kötüdür. Sohbetimiz sırasında graffitisi önünde ağladığını söylerken içim burkuldu ve sanat bunlar, düşünün 2 metrelik bir karakter portre yapmışsınız ve ertesi sabah üstü saçma sapan yazılarla kapatılmış… önünde kıvrılıp ağlayabilir insan.
Bu arada grafiti yapanlara “writer” (yazıcı), graffitiye yeni başlayanlara da “kolpa” deniyormuş.. Bir de yaptığınız grafitinin başka biri tarafından bozulması, karalanmasına da “crosslamak” deyimini kullanıyorlar. Crossla yaklaşanı crosslarsın, olay bundan ibaret. Graffiti yapan gençler sadece kendi dışa vurumları değil, sosyal konuları da ele alıyorlar. Lübnan savaşı, Irak savaşı gibi konuları da ele alıyor, bir sprey de barış için sıkıyorlar… Özellikle yurtdışında trenlerin üzerinde yasadışı yazılar yazanlar da oluyor tabi. Ben özellikle tarihi eserlere yapılmamasından yanayım..
Graffiti, rap, hip hop mükemmel uyum ve kardeşliğiyle büyüyüp gelişirken kendi ticari sektörü, kendine has giyim tarzı, kendi yaşam tarzı ve kendi literatürü vardır. Hatta kendi içinde farklı konuşma stilini ve deyimleri de barındırmaktadır.
Graffiti'nin ortaya çıkışında Graffiti sanatının iki farklı çıkışının olduğu söylenmektedir.
İlk çıkış Amerika’ da görülmüştür.
60'lı yıllara bakıldığında iki ayrı grup tarafından kullanılan bir yöntem olduğu görülmekte. Bazı politik gruplar görüşlerini belirtmek için, sokak çeteleri ise hükmettikleri bölgeleri belirleyip herkese duyurmak için sokak duvarlarına imzalarını bırakmaya başladılar. Coolbread ve Cool Earl adinda iki genç isimlerini duyurmak ve kamuoyunda ilgi çekmek için tüm duvarlarına “nick”lerini yazarak ses getiren iki kişi olmuştur. Yani graffiti sanatı sosyal içerikli mesajlar da taşımaktaydı diyebiliriz.
Graffitinin şehir duvarlarından metrolara, yani underground'a inmesi TAKI-183 takma adıyla tanınan Yunanlı bir gencin oradan oraya haber taşırken sprey boyalarla metroların üzerine adini yazmasıyla başlamıştır. TAKI adı yani nicki (tag) bu gencin adı yerine kullandığı bir kısaltma isimdir, 183 ise yaşadığı caddenin adını ifade ediyormuş. Çoğu metro istasyonunda rastlanan bu ad herkesin ilgisini çekmiş. Benzerleri olan JULIO 204, FRANK 207 ve daha birçoğu metrolara isimlerini ilgi çekecek şekilde yazmaya başlamışlar. Bu isimler çoğaldıkça, rekabet ortamının zorunluluğu olan farklı olarak öne çıkma arayışları da başlamış. En ilgi çekici, en renkli yazı biçimini kullanarak adını yazma uğrası ortaya yepyeni tarzlar çıkarmış. Sanat, kendi gelişimsel sürecini rekabet ortamının da teşviki ile hızla yaşamıştır. Ve böylece “tag” adi verilen graffiti yazarı imzasına semboller, ilgi çekici resimler eklenmeye başlamış. Kimileri sayısal semboller, kimileri marka amblemi gibi şekiller kullanmıştır. Zamanla kullanılan harflerin boyutları büyümüş, harflerin içi desenlerle süslenmeye başlanmış, yaratıcılık sınır tanımamış. Herkes kendi yazım tarzını belirlemiş ve kendine has renkleri kullanmıştır.